Avrupa genelinde 1956'dan beri her sene yapılan Eurovision Şarkı Yarışması, kendimizi bildiğimizden beri akıllarımızda yer eden bir organizasyon. Gerçi şahsen bunu "şarkı yarışması" olarak adlandırmayı pek doğru bulmuyorum. Çocukken Eurovision'u "müzikal" olarak gayet üst düzey bulur, dünya üzerindeki "en iyi proje" gibi görürdüm. Tabi böyle düşünmemin birçok sebebi olduğunu büyüdükçe daha iyi anladım. O zamanki orkestra "canlı" olarak solistlere eşlik ediyordu. Her sahne sonunda notalar özenle katlanır, partisyonlar yerleştirilir ve bütün müzisyenler "maestro" nun ilk işaretini beklerdi. Kaba deyimle "tabanca" gibi çalarlardı. İşin bu kısmında bir sorun yok tabi. Şu anda da sistem gayet başarılı bir biçimde işliyor. Sahne şovları, ufak dokundurmalarla dolu kod gibi anons edilen "dünya barışı" replikleri, birbirlerini güya "müzik" çerçevesinde pohpohlayan "sabah şekeri" tadındaki sunucular vs..
Benim esas sorun olarak gördüğüm, bu "yarışma" boyunca hiçbir zaman müzikten bahsedilmemesi. Sadece öncesinde ve de unutulmazsa sonrasında biraz müziğin önemine yüzeysel bir şekilde değiniliyor. Kanımca "şarkı yarışması" olarak nitelenmesini doğru bulmadığım nokta da tam olarak bu yüzdendir. Ülkeler bazında herkesin komşu ülkesine ya da politik birtakım bağlantılar sebebiyle sempatizanı olduğu ülkelere, o da şaibeli, puanlar saçması, benim nazarımda bu organizasyonu "siyasi bir eğlence programı" yapıyor. İş bu şekilde olunca da tabi ki devreye "taktiksel" planlar giriyor.
Semiha Yankı bu organizasyona ilk katıldığında, şarkısından önce görünüşünden sansürlendi. "Türk kadını sarı saçlı olamaz" gerekçesiyle baştan aşağıya kıyafeti de dahil olmak üzere; "o zamanki anadolu imajı" ile alakasız bir biçimde sahneye çıkarıldı. Söylediği "seninle bir dakika" adlı şarkının kendi formundan da iyice uzaklaştırıldı. Aynı zihniyet, "ada sahillerinde bekliyorum" şarkısını; "Adnan Menderes'in Yassıada'da hüküm giyip asılmasını" hatırlatıyor gerekçesiyle, yasakladı. Barış Manço'nun "arkadaşım eşşek" parçasını "kuzular daha sevimlidir" düşüncesiyle, "eşşeği" "kuzu" olarak değiştirmesini önerdi. Yani kısacası biz; içimizde gayet mantıklı(!) bir şekilde çözdüğümüz müzikal konularla, zaten müzik ile ilgisi olmayan bir organizasyona yıllarca umut bağladık. Hala da bağlamaya devam ediyoruz. 2005 Eurovision'a Gülseren'in "rimi rimi ley" şarkısıyla katılacağı açıklandığında o dönemin kültür bakanı şarkıyı "leylim ley" olarak telaffuz etmişti. Bence sadece bu cümle bile bu konuda ne kadar "müziği" önemsediğimizi anlatıyor. Şarkı nitelik olarak başarılı olmayabilir, ama en azından ismini hatırlatacak saygıyı hak ediyor. Tek "zaferimiz" olan da, bilindiği üzere, Sertap Erener'in "Everyway That I Can" şarkısıdır.
Bu sene de büyük tartışmalarla Can Bonomo, "Love Me Back" adlı parçayla Eurovision'a katılıyor. Şarkıyı dinledim. Geçen sene Yüksek Sadakat'i de dinlemiştim. Aynı şekilde Manga, Hadise, Mor ve Ötesi, Kenan Doğulu, Sibel Tüzün vs vs..Hepsinde gördüğüm ortak nokta; şarkılardaki keman, darbuka, kanun vb gibi "ülkenin folk müziğine özgü" enstrümanların baskın oluşuydu. Yaklaşık bir sene önce davulcu bir arkadaşım İngilteredeki bir bağlantıyla, Eurovision temsilcisi bir adama gönderdikleri "electronic-rock" tadında kaydedilip aranje edilmiş bestelerine gelen yorumu bana söyledi;
"Şarkılarınız çok güzel ama sizin coğrafyanızın müziği bu değil. Kendi toprağınızın müziğini yapın."
gibi bir cümleydi.
O yüzden fikrimce Eurovision, kesinlikle bir müzik etkinliği değildir. Ama herşeye rağmen, yine de, iyi şanslar Can Bonomo.
Politik bazı nedenlerden dolayı başarılı olacağını düşnüyorum.
YanıtlaSil