21 Aralık 2012 Cuma

Salcano Easy Lux ile 11 km

Çarşamba akşamları, arabamla 2 saat 10 dakikada gidebildiğim Bakırköy-Koşuyolu hattını 1 saat 10 dakikaya indirebildim. Nasıl mı? Salcano Easy Lux 20 inch katlanır bisikletimle.

Öncelikle, havalar yağışlı gittiği için önyargıyla başladığım yolculuğumun son derece keyifli geçtiğini söylemek isterim. Full koruyucu kıyafetler kullanarak hiçbir şekilde üşüme ve ıslanma yaşamadım. Trafiğin sık sık tıkandığı düşünülürse araçların yanından saatte 10-15 km süratle geçmek gayet zevkli.

Saat 18:30 da yola çıktım. İncirli den İDO Bakırköy İskelesi'ne kadar 3.2 km yol katettikten sonra 18:45 de  bisikletimi katlayarak gişeden geçtim. Bakırköy İskelesi'nde güvenlik tarafından ilgiyle karşılandım, yardım gördüm çok teşekkürler. Bisiklet katlanır halde olduğu için bisikletime bir ücret ödemedim. 19:00 da denizotobüsüne bindim. 19:20 de Kadıköy İskelesi'nde indim. Kadıköy İskelesi Koşuyolu Parkı arasında yoğun tarfikte pedal çevirdim. Kendimi hiç zorlamadan bir marketten alışverişimi yapıp birşeyler atıştırdım. Sonuç olarak 19:40 da Koşuyolu'na vardım.

Şimdi 20 inch tekerlekli folding Salcano'ya neden Lux dendiğini anladım. Kış şartlarında bile zorlanmadan kullanabiliyorsunuz. Yaz aylarında bir t-shirt bir short ile dolaşmayı iple çekiyorum.

KARŞILAŞTIRMA.

Araba ile Bakırköy Koşuyolu- bisikletle Bakırköy Koşuyolu farkı:

Araba ile:

Süre 2 saat 10 dakika.

Trafikte dur kalk ortalama 8.5 litre benzin tüketerek gidiş geliş 54 km de 22 TL
Boğaziçi Köprüsünden geçiş ücreti 4,20 TL
Aracınıza park bulamazsanız İspark ücreti 5 TL
TOPLAM: 31,20 TL (En düşük otoparksız 26.20 TL)

Bisiklet ile:

Süre 1 saat 10 dakika.

Benzin tüketimi yok. Yakılan kalori 400kcal.
Vücudunuzdan atılan karbonmonoksit oranı 0.70 kg.
Deniz otobüsü gidiş dönüş 5.20*2=10,40TL Kadıköyden bisikletime katlanır olduğu halde alınan 3 TL

TOPLAM: 13,40 TL ve kazanılan bir sağlık.


ARABADAN İN BİSİKLETE BİN-TRAFİK SORUNUNA KESİN ÇÖZÜM.









11 Aralık 2012 Salı

Ulaşım

İstanbul'da yaşayan ve trafiğin çilesini çeken insanlar olarak hiç mi çözüm üretmeye çalışmadık? Çoook. 1. Köprü 2. Köprü yakında tüp geçit, 3. köprü ... Trafik hiç rahatlamadı. Rahatlamayacak.

Hafta sonlarımı ikamet ettiğim Avrupa Yakası'nda değil de, Anadolu Yakası'nda geçirmeyi daha çok tercih ediyorum. Geçtiğimiz yaz başında bir haftasonu, Cadde trafiğinde aracımla beklerken 30-40 kadar bisikletçinin araçların arasından geçerek, ''Arabadan in bisiklete bin'' diye bağırdığını farkettim. Evet bunaltıcı trafiğe kesin çözüm buydu.

1979 Model Markenrad Luxury Classe bisikletrimi bir güzel elden geçirdim. Yaz boyunca bindim. Yeterince hızlı ve güçlü olmasına rağmen Avrupa Yakası'ndan Anadolu Yakasına geçmek hayli sorunlu oluyordu. 27 inch tekerlekleri toplu taşımaya entegre etmek de bir hayli güç. Katlanır bir bisiklet derdime derman olacaktı...

İki hafta önce Pazar günü nihayet yepyeni katlanır bisikletime kavuştum. Salcano easy lux 20 inch. Zevkle bniyorum. Alışma ve test süreci sürekli yağmur altında geçmesine rağmen, son derece keyifli. Bakırköy-Yeşilköy gidiş dönüş 17km 700 metre 1 saat 22 dakikada rahatla aşılabiliyor. Arabanızdaki gibi motor ısınmadı kalorifer devreye girmedi derdi yok. Nereye park ederim derdi yok. Park ücreti yok. Yoruldunuz katlayın otobüse, trene, denizotobüsüne, metrobüse veya taksiye dolmuşa atlayın. Karbon salınımı yok. Trafikte ortalama tüketimim 8.5 litreye ulaştı ya veda edin. Gayet rahat, konforlu ve zevkli.

Bakırköy-Yeşilköy hattındaki istatistikleri sizinle paylaşmak istiyorum:

Yolculuk uzunluğu: 17 km 740 metre.
Yolda geçen süre: 1 saat 22 dakika 22 saniye.
Ortalama hız: Saatte 13 km 230 metre.
En yüksek sürat: saatte 36 km 540 metre.
Ortalama sıcaklık: 11.2 C derece.
Balıkçıda geçirdiğim süre 20 dakika. :)

Kazançlar: Gidiş geliş trafik içerisinde 8 TL benzin tasarrufu.
5 TL otopark ücreti
Park yeri ararken kaybedeceğiniz 15 dakika zaman.

Yarın deniz otobüsü kombinasyonunu kullanarak Bakırköy Koşuyolu mesafesini katetmeye çalışacağım. Herkese iyi hafalar.

6 Ekim 2012 Cumartesi

SATIR (PARDON BIÇAK DEMEK İSTEDİM DE) PARASI

Sayın devlet büyüklerimiz geçmiş bir tarihte "Çalışmayanı çalıştıracağız, bıçak parasını kaldıracağız, doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız” söylemleriyle tıp fakültesi hastanelerindeki öğretim üyelerini yerden yere vurmuşlardı hatırlarsanız.
Bu konuyla ilgili -evet sonunda- bir tebliğ yaynlanmış. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından 29 Eylül 2012 tarihinde yayımlanan Sağlıkta Uygulama Sağlık Tebliği (SUT) ile bakanın kendi deyimiyle vatandaştan satır (pardon ağzımdan kaçtı-bıçak) parası alınmasına olanak tanınacak. Söz konusu SUT madde 1: 3.2.1’de ikinci ve üçüncü basamak resmi sağlık hizmeti sunucularından … 5 TL ibaresinden sonra gelmek üzere “Vakıf üniversiteleri hariç olmak üzere 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu kapsamında olan üniversitelerdeki öğretim üyesi muayenelerinde artırmaya ve farklılaştırarak uygulamaya kurum yetkilidir” cümlesi eklenerek o çok kötülenen hekimler üzerinden fark ücreti alınması olanaklı hale getirildi.

Hastasın ve ameliyat olmak zorundasın.  Ama doktora satır parası vermek zorundasın. Vermezsen bu durum tamamen senin bileceğin bir iş. En fazla ölüp gidersin.

İşte, Türkiye'deki insan hayatının değeri budur bence.

YA SİZCE?

3 Haziran 2012 Pazar

Tarttım Durdum Bunu Buldum

Tüm hafta sonu düşündüğüm bir mesele vardı. Birçok yere gittim. Çok şeyler gördüm; iyi kötü hepsi bir.

Yaşadıklarımı Teraziye koydum bakın ne ağır bastı:

http://melisdanismend.blogspot.com/2012/06/ben-dun-sagr-olmak-istedim.html

LÜTFEN OKUYUNUZ. TEŞEKKÜRLER

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Zaman akıp gidiyor...

Zaman dediğin nedir ki?
Bir insan icadı.
24 saat.
60 dakika.
100 salise.

Akıp gidiyor işte. Ne garip. Önce saati bulan insan, şimdi zamanı durdurmanın peşinde. Işık hızına çıkılırsa zaman dururmuş. Zaman zaten durduğu yerde duruyor. Nereye gidiyor ki. Değişen yüzler, fikirler, çevre durduramazsınız...

Ne zaman yazacaksın?
Boşladın mı Hayat Terazisi'ni?
İki ay oldu yazmadın. Üç ay doldu yazmadın. Ne yazdın?

Duruyor işte burada zaman. Duruyor Hayat Terazisi. Bazen denge bozuluyor. Klonlamaymış. Genetiği değiştirilmiş meyve sebzeymiş. Arılar nerede? Arılar bitince kıyamet kopacakmış. Nerede? Burada. Dinazorlar neden yok olmuş? Meteor mu çarpmış? Nerede? Burada.

Kıyamet de burada, cennet de cehennem de. Değişen ne? Terazinin ayarı. Bugün bizi tartar, yarın başka bir canlıyı. Ağır gelince salar kefesini düşersin. Ne zaman kalır. Ne düzen kalır. Zaman durur...

19 Nisan 2012 Perşembe

Mutfakta Folyo Tehlikesi

Mutfağımızın vazgeçilmez demirbaşı alüminyum folyo. Gerek yemek pişirmek gerek buzdolabında yemek saklamak için her gün alüminyum folyo ve kapları kullanıyoruz pek çoğumuz. Peki alüminyumun insan vücuduna zararları konusunda yapılan son araştırmalardan haberiniz var mı? Bu kez beni bu konuda yazmaya iten buradan Amerika’dan değil Türkiye’den gelen bir araştırma oldu. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nden Yrd. Doç .Dr. Sadettin Turhan yaptığı bir araştırma sonucunda alüminyum kaplarda pişirilen ve saklanan yemeklerin sağlık açısından zararları bir kez daha gözler önüne serilmişti... Yeni araştırmalar özellikle yüksek ısıya ve beklemeye maruz bırakılan alüminyum folyodaki alüminyum maddesinin yiyeceklere geçtiğini gösteriyor. Alüminyumun insan vücuduna başta kemik hastalıkları olmak üzere çok sayıda zararı olduğu belirtiliyor. Bu zararlardan bazıları anemi, kemik erimesi, zeka geriliği ve kanser. Alzheimer hastalarının beyin dokusunda görülen yüksek miktardaki alüminyum uzmanların Alzheimer ve alüminyum arasında bir bağlantı olabileceğini düşünmesine yol açıyor. Ayrıca artan alüminyum miktarı vücudumuz için çok gerekli olan kalsiyum, demir, fosfor, magnezyum gibi minerallerin emilimini de azaltıyor.
Alzheimer hastalarının beyin dokusunda bulunan yüksek miktarda alüminyum, araştırmacıların Alzheimer ile alüminyum kullanımı arasında bir bağlantı olduğunu düşünmesine yol açıyor. Bu nedenle alüminyum kaplarda hazırlanan yemeklerin, tüketenlerde başta Alzheimer hastalığı olmak üzere anemi, kemik erimesi, zeka geriliği, hatta kansere bile neden olabileceği araştırmalar sonucu tespit edilmiş durumda. Alüminyumun sürekli alımıyla beyin hücrelerinde meydana gelen birikim Alzheimer’a ek olarak başka ciddi beyin rahatsızlıklarına yol açabiliyor.
Peki ne yapacağız? Alüminyum folyo gibi hayatımızı kolaylaştıran bir üründen hiç mi faydalanmamalıyız? Uzmanlar bu konuda alınabilecek önlemler olduğunu söylüyor...
Folyo kullanırken nelere dikkat etmeliyiz?
-Alüminyum folyoyu, asitli (yoğurt, limon sıkılmış et ve ürünleri gibi), yüksek sıcaklıkta pişirilen ve uzun süre dondurarak muhafaza edilen gıdalarda kullanmayın.
- Alüminyum kaplar yerine paslanmaz çelik kaplar, folyo yerine de yağlı kağıt ambalajları tercih edin.
-Folyoya ısıtma işlemi uygulamayın.
- Balık, et gibi yiyecekleri alüminyum folyoya sarıp fırında pişirmeyin. Çünkü yüksek ısı ve yiyeceklerin pişirilmesi esnasında çıkan kimyasal içerikli buhar, alüminyum folyo ile reaksiyona girebiliyor.
- Alüminyum folyoya sarılıp saklanacak gıdalar, çok tuzlu, ıslak ya da limonlu olmamalı.

Alimünyumu aldığımız kaynaklar: Alüminyum mutfak kapları, alüminyum folyolar. Hedef organlar: Kemikler, beyin, böbrekler ve mide.
Zehirlenme belirtileri: Bunama, gastroenterit, böbrek hasar, karaciğer fonksiyon bozukluğu, iştah kaybı, denge kaybı, adale ağrısı, psikoz, nefes darlığı, bünyede zayıflık. Son dönemde yapılan araştırmalar alüminyumun Alzheimer, Parkinson, bunama, hareketlerde koordinasyon kaybı, kelimeleri düzgün telaffuz edememe gibi nörolojik problemlerin oluşumunda çok büyük katkısı olduğunu ortaya koyuyor.
Alüminyum zehirlenmesi ve etkileri:
- Kan ve beyin fonksiyon bozuklukları
- Mide ve bağırsak ülseri
- Gastrointestinal hastalık
- Parkinson hastalığı
- Cilt problemleri
- Hiperaktivite
- Bebeklerde zeka geriliği
- Çocuklarda öğrenme bozuklukları
- Karaciğer rahatsızlığı
- Mide bulantısı
- Kabızlık
- Mide ağrısı ve gaz
- Enerji eksikliği

18 Nisan 2012 Çarşamba

Ne Ekersen Onu Biçersin


Geleceğe umutla mı bakmaktayız? Ülkemizde ve dünyada insanlar kendilerini güvende hissediyorlar mı? Kendine güvenmekten bahsetmiyorum. İstikbalimizi garanti altına almaktan bahsediyorum.

İnsanoğlu varolduğu andan itibaren kendisini koruma ve geleceğini kendi kanından insanlara teslim etme içgüdüsü ile yaşamıştır. Bu içgüdü, yükselme isteği, doğaya ve dolayısıyla insanoğluna pek faydalı olmamıştır. Sığınma iç güdüsü ile yapılan ahşap yapılar ormanlara, yükselme ve statü kaygısıyla alınan lüks evler doğaya geri dönüşü olmayan tahribatlar vermiştir.

Daha iyisine, daha lüksüne sahip olma ve kanından olan nesillere daha güzel olanaklar sunma hırsı ile para kaygısı ortaya çıkmıştır. Daha fazla para kazanma dürtüsü ile statülere bağlanılmış, sanal olanaklar ve roller uydurulmuştur. Bu rollere bürünülerek yaşanılan hayatları korumak için tarih boyunca nice savaşlar yapılmıştır. Sonuçta çekişmeler, psikolojik gerilimler savaşlar insanoğluna kazançtan çok zarar getirmiştir.

Günümüzde insanlar hayırlı evlatlar yetiştirme uğruna, büründükleri role sığınarak ne kalpler kırıyorlar hesabı yapılamaz. İşyerlerinde yaşatılan ve yaşanılan stresler, üstünlük kurma mücadelesi, nice insanın akıl sağlığını alıp götürüyor hiç hesabı yapılmış mı? Bugün rolümüze bürünerek, daha fazla kazanma hırsıyla yaşattığımız kaygılar sürekli artmakta. Gelecek kaygısı bu kaygan zemin üzerinde sürekli sallanmakta. Bugün evlatlarımız için kırdığımız kalpler yarın evlatlarımızdan daha tecrübeli ve daha katı kalpler olmayacaklar mı? Bugün kendi soyumuzu yürütmek için kullanıp bir kenara fırlattığımız  insanlar yarın evlatlarımızın başında patron olmayacaklar mı?

Sevgi tohumları yerine, kaygılar, korkular, umutsuzluklar ekersek hasadını yeni nesiller toplayacak... Bunu bilip yaşarsak geleceğe daha umutlu bakacağımız kanısındayım.

Bu yazıyı, beni dürüstlükle, insanları kırmamaya çalışarak, hırsları uğruna kimseyi üzmeden, doğrudürüst yetiştiren anne-babama ve evlatlarını bu şekilde yetiştiren ailelere armağan ediyorum.

Sevgi tohumlarınız yeşerdi. Kökümüz toprakta sağlam. Ayrık otları bize zarar veremez. Teşekkürler.

27 Mart 2012 Salı

Marketler Alım Gücünü Azaltacak

Rekabet Kurumu, dev market zincirlerinin alım gücünü kullanıp düşük fiyatla ürün almalarının gelecekte üretici sayısında azalmaya yol açacağı uyarısında bulundu.

rekabet_kurumu_logoBu durumun fiyatlarda artışa neden olacağını kaydetti Rekabet Kurumu’nun büyük market ve perakendecilik sektöründe yaptığı araştırmalar gelecekte pahalılıkla sonuçlanacak gizli bir tehlikeyi ortaya çıkardı. Rekabet Kurumuna göre, marketlerin bugün ucuzluk sağlayan bazı tedarik yöntemleri gelecekte fiyatları kalıcı biçimde artırma riski taşıyor.
Rekabet Kurumu, hazırladığı Rekabet Raporunda "HızlıTüketim Malları Perakendeciliği Piyasasını” inceledi, geleceğe ilişkin çok kritik bir tespitte bulundu. Kurum, dev market zincirlerinin "toplu alım gücünün gelecekte hayat pahalılığına yol açabileceği” uyarısı yaptı.
Rapora göre, büyük marketlerin yüksek alım gücünü kullanarak düşük fiyatla ürün alması, rekabete yenik düşen bazı üreticilerin piyasadan çıkmasına yol açabilecek. Bu durum süreç içerisinde piyasadaki üretici ve tedarikçi sayısını azaltacak, dolayısıyla piyasa az sayıda tedarikçi ile az sayıda markete kalacak.
Sonuçta da bu durum rekabet ortamının bozulmasına, fiyatların yükselmesine ve tüketicinin zarar görmesine neden olacak.
Raporda, marketler arasında rekabet olduğu sürece, büyük alım gücünün avantajıyla ucuza alınan ürünlerin ucuz fiyatla tüketiciye satılacağı ifade edilen raporda, "Ancak rekabetin azaldığı bir yapıda alım gücünün getirdiği maliyet avantajlarının marketlerde kalması ve tüketiciye yansıtılmaması söz konusu olabilecektir. Marketler tedarikçiden indirimli ürün alsa dahi rekabet yoksa bu indirimi tüketiciye yansıtmayacaklardır" denildi. Türkiye'deki marketlerin yavaş ilerleyen ve fark edilmeyen devralma ve birleşmeler yoluyla büyüdüğüne de dikkat çekildi.
Raporda ayrıca, büyük marketlerin birçok ürünü kendi markaları adı altında üretmelerinin de bugün itibariyle rekabeti artırdığı, dolayısıyla fiyatların ucuzlamasını sağladığı belirtilirken, bu durumun tüketiciye kısa vadede katkı sağladığı ifade edildi. Marketlerin özel markalı ürün yoluyla tedarikçi şirketlere aynı zamanda rakip oldukları belirtilen raporda, "Özel markalı ürünlerin payının artması, üretici ve tedarikçilerin kendi ürünlerine market raflarında yer bulmalarını zorlaştıracak, dolayısıyla yeni ürün ve marka gelişimim yavaşlatacaktır" denildi.

25 Mart 2012 Pazar

Karpuz Kabuğu Denize Düşünce

Geçtiğimiz günlerde dergi karıştırırken, ilginç bulduğum bir şey gördüm. Ülkemizde denize girmenin mevsimi yaz ama eskiden de kullanılan bir deyim vardır: ''Karpuz kabuğu denize düşünce'' denize girilebilir.


Bundan yola çıkan tasarımcılar değişik çadırlar tasarlayarak, kamp ve karavan klasiğini geri getirmeye çalışıyorlar. Meraklısına linki aşağıda veriyorum.



http://www.firebox.com/product/5246/FieldCandy-Tent-What-a-Melon

Çocukları Bazı Gıdalardan Koruyun.

Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu; son yıllarda çocukların beslenmesine giren ve hayatlarının bir parçası haline gelen, hiçbir besleyici değeri olmayan, ancak çocukların yemekten mutlu oldukları, hamburger ve benzeri yiyeceklerin zaman içerisinde astım oluşmasına neden olduğunu belirtiyor. Tekrarlayan öksürükler ve hırıltılı hastalıklar geliştikçe bu hastalıklardan kaynaklanan iştahsızlık oluştuğunda ailelerin sırf bir şey yesin düşüncesiyle çocuklara fast food tarzı yiyecekleri ödül olarak verdiklerini gözlemlediğini söylüyor. Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu; haftada 3 veya daha fazla hamburger tüketen çocukların astım riskinin hiç tüketmeyenlere kıyasla % 40 arttığına dikkat çekiyor. Bu rakamların çok yüksek olduğunu ve çocukların beslenmesine dikkat çekmenin önemli olduğuna değiniyor. En iyi tedavinin hastalık oluşmadan önce koruyucu sağlıklı beslenme olduğunun altını çiziyor.
Beslenme ve astım İlişkisi
Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu; günümüz çocuklarının taze sebze meyve yemek yerine, artık yağlı, yüksek kalorili, vitamin değeri düşük hazır gıdaları tercih ettiklerini söylüyor. Çikolata, kakaolu puding, ekmek üzerine sürülen kakaolu fındık ezmeleri, kakaolu süt ürünlerinin yuva ve anaokullarının beslenme listelerine girdiğine dikkat çekiyor. Çocukların süt ve sütlü gıdaları tüketmelerini sağlamak amacıyla kullanılan kakaonun, mide asit salgısı arttırdığını ve kafeinin mide başını gevşetici etki yarattığını, bu durumun da; asitli mide içeriğini yutma borusundan yukarı çıkardığını belirtiyor. Dr. Yonca Tabak, birçok dokuya zarar vererek ilerleyen mide asitinin önce yutma borusunun alt ucunu yaktığını ve daha sonra yukarı çıkıp soluk borusuna ulaştığını söylüyor. Önce ses telleri, ardından bronş mukozası ve hatta burun ve sinüslere kadar kaçtığı bilinen bu asitli içeriğin, dokularda yaptığı hasarla tekrarlayan ve uzun sürede iyileşmeyen öksürükler ve hırıltılı hastalıklara neden olduğunu vurguluyor.
Çocuklarda da reflü olur mu?
Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu; yaşanan bu durumun adının reflü olduğunu ve sağlıksız beslenme sebebiyle günümüzde artık çocukların da yaşadığı en büyük sorun olarak karşımıza çıktığını vurguluyor. Nedeni anlaşılamayan gece öksürükleri, ses kısıklığı, uzun süre antibiyotiklere rağmen geçmeyen balgam, iştahsızlık, karın ağrısı, mide bulantısı, geğirme, ağız kokusu ve diş gıcırdatma gibi belli belirsiz bulgularla doktor karşısına gelen çocukların çoğu zaman gereksiz yere astım tedavisi gördüğünü belirtiyor. Bu gibi durumlarda çocuğun beslenmesinin yeniden düzenlenmesiyle birlikte reflünün kolaylıkla önlenebileceğini, düzenli ve sağlıklı beslenmenin tüm bu solunum problemlerini ortadan kaldırmaya yeterli olacağını vurguluyor.
Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu, kafein içeren kola, çay, kahve, buzlu çay gibi içeceklerin çocukların beslenmesinden çıkarılmasını, en büyük kafein kaynağı olan kakaonun ise artık bir süt tükettirme aracı olarak kullanılmamasını önemle tavsiye ediyor. Çikolata ve içeriğindeki kakaonun çocuklarda bir tür bağımlılık yarattığını, çocukların beslenmesinden çıkarılan bu yiyeceklerin, başta zorluk yaşansa bile zaman içersinde sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılmasına yardımcı olabileceğini belirtiyor. İştahı açılan çocuklara tatlı gereksinimi için bol antioksidan içeren meyve tatlıları; kuru meyve ve kuru yemişlerden yapılmış tatlılar verilebileceğini bu beslenmenin bağışıklık sistemini geliştireceğini vurguluyor. Astım ve alerjik hastalıklardan koruduğu kanıtlanan tek beslenme türünün, bol meyve, sebze ve balık içeren Akdeniz beslenme şekli olduğunun altını çiziyor.


ÇOCUK BESLENMESİNDE UZAK TUTULMASI GEREKEN 10 GIDA
1-Çikolata ve kakaolu gıdalar
2-Kakaolu fındık ezmeleri
3-Kolalı içecekler
4-Çay, kahve ve buzlu çay
5-Patates kızartması, cips
6-Ketçap
7-Mayonez
8-Hazır meyve suları ve gazlı içecekler
9-Hamburger, pizza, lahmacun
10-Yoğun baharat içeren sucuk, çiğ köfte vb. gıdalar

19 Mart 2012 Pazartesi

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ

Dün Çanakkale Zaferi'nin yıldönümüydü ama Nevruz Kutlamaları gündeme damgasını vurdu. Ne yani Nevruz ile 18 Mart birlikte kutlanamaz mıydı? İkisi de Milletimiz'in coşkusu değil mi? Nevruz kutlamaları yasaklandı. Barikatlar kuruldu. 18 Mart Coşkusu lekelendi.

Yasakları koyanlar. Dış güçlerin piyonları. Hala anlamadılar.

''ÇANAKKALE GEÇİLMEZ'' Diyoruz. Bunu boş kafanıza sokun!

18 Mart 2012 Pazar

Bravo Tuncay

Filmlerde, yabancı dizilerde ve hayatta Hristiyanlık adına birçok hareket yapılıyor. Bir nevi gizli reklam diyebiliriz.

Filmde biri ölür, herkes en iyi siyah takımlarını giyer. Pırıl pırıl bir cenaze töreni. Futbolcu sahaya çıkar, elini saha çimine sürdükten sonra inancına göre istavroz çıkarırırken kameralara görüntülenir. Pazar günü büyüklü küçüklü kiliseye gidilir, dualar edilir, koro ilahiler söyler. Düğünler kilisede başlar.

İslam Dini en son gelen dindir. Yani en güncel en modern olanı. Peki İslamiyet'e inananlar dinlerini yeterince tanıtabiliiyorlar mı? Tabi ki hayır. İslamiyet'de gösteriş yoktur. Kul ile Allah arasına kimse giremez. Asıl neden bu olabilir.

Geçtiğimiz günlerde, İngiltere'de Tottenham ve Bolton arasındaki maçta, Fabrice Muamba, 36.000 kişinin önünde kalp krizi geçirerek yeşil zemine yığıldı. O anda sanki Dünya durdu. Sahada çıt çıkmadı. Herkes inancına göre duasını etti. Boltonlu futbolcuya yerde müdahale edilirken, Milli Oyucumuz Tuncay Şanlı objektiflere ellerini açmış dua ederken yansıdı. Eminim ki temiz kalbi ile ellerini açarak Allah'a dua etti. Kendisi'ne, geçmişte Beşiktaş'a attığı golllerden buna rağmen Şampiyonlar Liginde de kaçırdığı gollerden dolayı, pek sıcak bakmamışımdır. Bu son hareketi beni çok duygulandırdı. Tebrikler Tuncay.



Sahadaki ve belkide ekran başındaki seyircilerin içten duaları kabul oldu diye düşünüyorum. Muamba hayatta ve tedavi görüyor. Dualarımız hala onunla. Allah karşısında, din, dil, ırk farkı yoktur. Allah tektir. Herkesin Allah'ı farklı sıfatlarla anılsa bile birdir. Tanrı sevgisine ulaşmak için kullanılan yollar farklı olabilir. Amaç aynıdır.
Bravo Tuncay.

17 Mart 2012 Cumartesi

Hasankeyf Taşınmak istemiyor

Herkes Hasankeyf'i konuşuyor şimdi konuşma sırası Hasankeyflilerde..

Doğa Derneği uzmanları ve araştırmacı Ebru Işıklı sordu Hasankeyfliler yanıt verdi; Hasankeyfliler baraj hakkında ne düşünüyor? Taşınmak istiyorlar mı? Ne kadar gelirleri var? Onları nasıl bir gelecek bekliyor? Tüm bu sorulara Hasankeyflilerin yanıtı var...

Uzman Ebru Işıklı'nın hazırladığı araştırma ile, 357 ev ve işyerinde yüz yüze gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda Hasankeyflilerin yaklaşık yüzde 70'inin, 11 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf'i bırakarak DSİ köyüne gitmek istemediği ortaya çıktı.

Hasankeyfliler, Ilısu Barajı yüzünden tarihi geçmişlerini bırakıp DSİ tarafından yapılan köye gitmek istemiyor; Kapadokya gibi UNESCO Dünya Mirası olup tarihlerini yaşatmak istiyor.

Doğa Derneği tarafından Dünya Nehirler Günü'nde Hasankeyf'te gerçekleştirilen basın toplantısı ile açıklanan araştırma, Hasankeyflilerin kendi yörelerindeki kültürel ve doğal mirasa derin bir bağlılık beslediklerini ve kendilerini burada yaşama hakkından mahrum bırakılmış hissettiklerini ortaya koyuyor. Araştırma, taşınmaya zorlanmalarının Hasankeyf halkı üzerinde ciddi psikolojik ve sosyal etkileri olacağını gösteriyor.

Yeni köydeki evin borcunu kim ödeyecek?

Anket çalışması yapılan halkın yarısından fazlasının aylık geliri asgari ücretin altında. Öyle ki Hasankeyf halkının yaklaşık yüzde 20'si aylık 300 TL civarında gelirle hayatta kalma savaşı veriyor. Araştırmaya katılanların yüzde 70'i, DSİ köyündeki evlerin borcunu ödemek konusunda çaresizlik içerisinde olduklarını belirtiyor. Hasankeyf halkının yaklaşık yüzde 30'u ise zorla evlerinden çıkarıldıklarında nereye gidecekleri hakkında herhangi bir fikre sahip değil.

Araştırmaya katılanlardan Hasankeyf'ten gitmek isteyenlerin oranı yüzde 21, bunun nedeni ise işsizlik ve ev koşullarının çok kötü durumda olması. Ilısu barajıyla yok edilmek istenen Hasankeyf'in 1'inci dereceden arkeolojik SİT alanı olması nedeniyle deyim yerindeyse halkın evine çivi çakması dahi yasak. Bu nedenle Hasankeyflilerin yüzde 10'u mutfağı olmadan yüzde 45'i de tuvaleti dışarıda olan evlerde kötü koşullarda yaşamaya zorlanmış durumda.

Araştırma ile ortaya çıkan bir diğer sonuç ise, Bakan Eroğlu'nun "Barajdan sonra daha fazla turist gelecek" sözlerine inanların oranı sadece yüzde 13.

"Hasankeyf dünya mirasıdır yok edilemez"

Dünyanın en tartışmalı baraj projelerinden biri olan Ilısu, 310 kilometre karelik bir alanı sular altında bırakacak ve uluslararası öneme sahip bir kültür ve doğa mirasını yok edecek. Oysa bu alan UNESCO'nun 10 Dünya Mirası kriterinden 9'unu birden sağlayan dünya üzerindeki tek yer.
Doğa Derneği Bülteni'nden
Lütfen ziyaret ediniz:  http://www.dogadernegi.org/

YORUMSUZ….


Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Esenyurt’ta bir AVM inşaatında işçi çadırlarında çıkan yangında 11 kişinin hayatanı kaybetmesiyle ilgili bir açıklama yapmış.  Açıklamasının bir bölümünde “…birfirma yatırım yaparken her masrafı yapıyor ve iş güvenliğini en ideal düzeyde sağlıyor. Bir diğeri güvenlik tedbirlerinden kısıyor, son saatlerde sigorta yapılıyor düşünebiliyor musunuz. Çocuk çalıştırılıyor…Burada aleni birhırsızlık olduğunu görmemiz için sadece yasalara ihtiyacımız yok…” ve deam ediyor….
ÇOCUK ÇALIŞTIRILIYOR…
Diyor….
                                                                       *******
Geçtiğmiz günlerde, Hükümet eğitim sistemini baştan sonaddeğiştirecek bir yasa tasarısını Meclise sunmuştu…
Bu tasarının bir maddesinde çıraklık yaşının 14’ten 11’e indirilmesi ile ilgili bir bölüm vardı…
Daha sonra, gelen tepkileri değerlendiren bakanlık bu bölümü tasarıdan çıkardı….
                                                                       *********

11 yaşındaki bir insan çocuk sayılmıyor muydu???
Bu insan çıraklık yaparken çocuk yaşta olmuyor muydu???

15 Mart 2012 Perşembe

Helenizm Tehlike Altında

Yunanistan'daki ekonomik krizin ardından, yardım paketini sıkı pazarlıklar sonucu veren Avrupa Birliği, müze ödeneklerini azaltınca komşu ülkedeki birçok müze kapanmak zorunda kaldı.

Yunanistan Hükümeti yardım paketini almak için geçtiğimiz yılın son altı ayında, müze ve örenyerlerinin ödeneklerini kısıtladı. Ödeneklerin azaltılmasıyla, ikibin müze ve örenyeri çalışanı işten çıkarıldı. Açıkhava müzelerindeki en büyük problem güvenlik olunca, bir çok müze halka kapatılarak depo haline getirildi.

2012 içerisisinde onbeşbin kültür işçisinin ilişikleri kesilecek. Yunanistan'ın asıl gelir kaynağı turizmin can damarı kültür turizmine  aldığı bu darbe uzun süre toparlanmasını engelleyebilir. Avrupa Birliği'nin Yunanistan üzerinde uyguladığı ekonomik önlemler ne derece mantıklı tartışılıyor. Yunanistan'daki arkeolog ve sanatseverler, Avrupa Birliği'nin ve Yunan Hükümetinin, Helen Uygarlığına ve Yunan Turizmi'ne büyük darbe vurduğuna inanıyorlar.


Durum çok üzücü bir hal alabilir. Helen uygarlığına ait birçok eser hırsızlık ve yokolma tehtidi altında. Ödeneklerin kesilmesi sonucu kapatılan müzeler ve açıkhava müzeleri, gelir elde edemeyince Yunan Hükümeti'nin nasıl hareket edeceği merak konusu. Gücünü Helen Uygarlığı'ndan alan Avrupa Birliği'nin bu eserleri yok pahasına satın alma projesi olduğu söylentisi şimdiden yayıldı. Tarihi eser kaçkçıları şimdiden ellerini kavuşturmaya başladı.

13 Mart 2012 Salı

Ta​sarım Harikası Tacs Türkiye'de


Tasarım meraklısı gençlere ve kendini her zaman genç hissedenlere
müjde! Zar, sabun, kamera objektifi, plak gibi günlük yaşamamımızda
kullandığımız objelerden esinlenerek yaratılan tasarım harikası TACS,
yepyeni modelleri ve sıra dışı tasarımlarıyla Konyalı Saat mağazalarında
satışa sunuluyor.

Çevremizde gördüğümüz her obje kimi zaman bir saat tasarımcısının usta ellerinden
çıkarak eşsiz bir saate dönüşebiliyor. Biraz gözlem biraz yaratıcılık kişisel zevklere
hitap edecek saatlerin tasarlanmasına yardımcı oluyor. Japon saat markası TACS de
bu ilkeden hareket ederek eşsiz tasarımlarını meydana getiriyor.
TACS saat koleksiyonu tasarımcılarının farklı tecrübelerinin izlerini taşıyor. Kişisel
yaşam tarzlarının yansıtılması amacıyla tasarlanan TACS modelleri, kimi zaman bir
kamera objektifinden kimi zaman da bir sabundan ilham alınarak oluşturuluyor.
Hem kadın hem de erkek modellerinin bulunduğu TACS, yaşam tarzını saatine de
yansıtmak isteyen herkese hitap ediyor.
Her saat farklı bir hikayeye sahip olmasıyla dikkat çekiyor. Kimi model bir su
damlasından esinlenerek tasarlanırken kimi model de bir plaktan esinlenerek
tasarlanıyor.
Türkiye’de Ocak ayından itibaren Konyalı Saat mağazalarında satışa sunulan
TACS, Hong Kong ve Japonya’da olduğu gibi Avrupa’da da hızla yayılıyor. TACS’in
Türkiye’deki saat pazarına farklı bir soluk getireceğini aktaran Konyalı Saat
Perakendeden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Barbaros Yücesoy, TACS ile Konyalı
Saat mağazalarında tasarım ürünlerin çeşitliğinin artırıldığını belirtiyor ve ekliyor; “
TACS özellikle Uzak Doğu’da gençler arasında çok popüler olan bir marka. Avrupa
pazarına yeni girmesine rağmen orada da çok ilgi çekti. Türkiye de genç nüfusu
fazla olan bir ülke, dolayısıyla ürünlerin burada da çok rağbet göreceğine inanıyoruz.
Ayrıca TACS markası ile Konyalı Saat mağazalarımızdaki saat modellerinin tasarım
yönünü de güçlendireceğiz.”

Bir ayda 1622 önizleme

 Teşekkürler,
Türkiye , Almanya, Rusya, ABD, Ukrayna, Filipinler, Malezya
Bir ayda 1622 önizlemeye ulaştık. Şahsım ve arkadaşlarım adına herkese teşekkür ediyorum. Birlikte daha iyiye, hayatı tartarak daha güzele ulaşacağız...

11 Mart 2012 Pazar

''Kahrolsun Faşizm''

Türkiye Cumhuriyeti'ni bu kadar küçük düşüren, bu kadar alçaltan ve Atatürk'ün kemiklerini bu kadar sızlatan Milletvekili bir araya hiç bir zaman gelemez!

Bugün 4+4+4 eğitim savaşı yaşandı. Rezillik. CHP Milletvekilleri komisyon toplantısı sırasında ''Kahrolsun Faşizm'' sloganları attı. Bakın arkadaşlar, ister kabul edin ister etmeyin, ister AK Parti'ye oy vermiş olun ister CHP'ye, ister farklı bir partiye. Bu rezil vekillerini bizler seçtik. Artık uyanma zamanı gelmedi mi? Burada hiçbir zümreyi, hiçbir partiyi, hiçbir ırkı temsil etmiyorum. Burada Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak yazıyorum.

Türk Eğitim Sistemi'ni, Türkiye'nin geleceğini 31 dakikaya gömdünüz. Orada bulunan, bütün partilerin rezil vekillerine sesleniyorum. O kararnameyi oylayarak kabul eden, ya da karşı gelen tüm rezil vekiller. Olayı buraya siz getirdiniz. Bugüne kadar çıkar çatışmalarınıza, rant kavgalarınıza, dini kullanmanıza, Atatürk'ü kalkan yapmanıza ses çıkarmadık. Size ayna tuttuk. Sizi seçtik.

Türk Milleti artık uyan! Savaştayız! Memleketi içten satıyorlar. Irklarımızı alçaltıyorlar. Kültürümüzü siliyorlar. Savaştayız! Kürt Kardeşim, Efe Ağabeyim, Laz Biraderim, Alevi Sünni Din Kardeşlerim, Rum komşum, Hristiyanı Yahudisi nasıl savaştık Çanakkale'de? Nasıl omuz omuza verdik Doğu Cephesi'nde, düşmanı yurttan attık. Artık kafa kafaya verelim çıkaralım rezil vekilleri Yüce Meclis'ten. Toprak bizim toprağımız. Meclis bizim. Uyan artık uyan! Sahip çıkalım bu memleket hepimize yeter.

''NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE''




10 Mart 2012 Cumartesi

EMNİYET ŞERİDİ KEYFİ DEĞİLDİR !!!!!!!!!


Daha önce de defalarca gördüğüm, yine dün akşam İstanbul-Sakarya arasında araçla yaptığım seyahat neticesinde emniyet şeridinin keyfi olarak kullanıldığı durumları -bildiğimiz halde- duyurmak istiyorum.

Yoğun şehir hayatında acil durumlarda ulaşımı mümkün olduğunca hızlı sağlamak için yapılan düzenlemelerden biri emniyet şerididir. Nitekim 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 47.maddesinin c bendi gereği "yer işaretlemeleri ile belirtilen ve gösterilen hususlara uymak zorunludur" denilmektedir.

Büyük şehirler, nüfus yoğunluğu, trafik keşmekeşi birbirinden ayırt edilemeyen kavramlardır. Yaşam değiştiği için insanlar artık büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Daha iyi bir yaşam için verilen hayat mücadelesine trafik çilesi de eklenince olumsuzluklar artıyor.

Trafik hayatını düzenlemekle görevli insanlar, varolan imkanlara göre yeni çözümler bulup, teoride olumlu sonuçlar verdiği düşünülen çözümlerin, pratik hayatta aynı sonucu vermediği açıkça görülmektedir. Sorunun büyük bir kısmının biz sürücülerde olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu iyileştirmelerin başında emniyet şeridi geliyor. Emniyet şeridi yeni birşey değil. Ancak yeni olan emniyet şeridinin EDS isimli sistemle denetleniyor olması. Amaç emniyet şeridine girenleri tespit edip cezalandırmaktır. Emniyet şeridinin çok basit bir görevi var. Aracı bozulan sürücü aracını trafiği tehlikeye sokmayacak şekilde bu şeride çeker. Daha önemlisi trafikte geçiş üstünlüğü bulunan araçların da kullanımı içindir. Geçiş üstünlüğü bulunan araçlar ne diyen merak eden varsa, bunların ambulans,itfaiye ve polis olduğu pek tabiidir. Ortak noktaları nedir derseniz "insan hayatıdır" diyebiliriz.

Sabah ve akşam saatlerinde genelde şehir hayatının trafiği oldukça yoğundur. Ancak İstanbul gibi mega şehirlerde trafik yoğunluğu 24 saat devam eder. Tarfik bilgisinden her zaman bihaber olduk. Sürücü ehliyetlerinin ne şartlarda alındığı da malum. Bu yüzden bizde hiçbir zaman trafik kültürü oluşmamıştır. Acil bir hastanın ambulans içerisinde hastaneye en hızlı yoldan yetişmesi veya o ambulansın ilk önce hastaneye varması için emniyet şeridinin önemi daha da öne çıkıyor. Aynı şekilde itfaiye araçlarının yangın yerine çabuk ulaşıp müdahalede bulunması da çok önemli. Keza polis otoları için de aynı durum sözkonusu. Yaşadığımız çağda saniyelerin bile büyük önem arz ettiği, insan hayatını kurtarmada ne kadar fark yarattığı ortada. Yapılan tüm iyileştirmelerin insan hayatına yönelik olduğunu unutmamaılıyız. Biz sürücüler ise sıkışık trafikten kaçmak için hiç utanmadan emniyet şeridine girmekten çekinmiyoruz. Var olan yoğun trafiği bu şekilde daha da sıkıştırdığımızın aslında hiç farkında değiliz. Emniyet şeridine giren bir araç eninde sonunda 1 km sonra bile olsa normal şeride girmek zorunda kalacaktır. Bu da trafiğin daha da şişmesine neden olacaktır. Bizim sebep olduğumuz trafik sıkışıklığından dolayı muhtemel kaybedebilecek bir insan olabileceğini nedense düşünmüyoruz. Bu arada "benim başıma gelmez" diye düşünenler de olabilir. O ambulans, o itfaiye ve o polis aracı sizin hayatınız için o an seferber olabilir. Çuvaldızı başkasına batırıken iğneyi de kendimize batırmayı hiçbir zaman ihmal etmeyelim.
       
BİRAZ İNSANLIĞINIZ VARSA LÜTFEN ARTIK EMNİYET ŞERİDİNİ KULLANMAYALIM

9 Mart 2012 Cuma

Kadınlar İşyerlerinde Şiddete Maruz Kalabiliyor

Türkiye’nin iş ve insan kaynakları sitesi Yenibiris.com’un 8 Mart Kadınlar Günü öncesinde düzenlediği anketlerin sonuçları kadınların iş yerlerinde en az bir kere hakaret, aşağılama gibi şiddet içeren bir davranışa maruz kaldıkları gerçeğini ortaya koydu.
En önemli toplumsal sorunlardan biri olan “kadına şiddet”, Türkiye’de önüne geçilmesi gereken olguların başında geliyor. Yenibiris.com tarafından çalışan kadınlar arasında internet ortamında gerçekleştirilen bir dizi ankette çarpıcı sonuçlar elde edildi. Anketleri 1583 kişi yanıtladı.  Anketlere göre iş hayatının herhangi bir döneminde birden fazla şiddet içerikli davranışa maruz kalan kadınların oranı yüzde 41 çıktı. Sadece bir kere bu tip bir şiddet görenlerin oranı da yüzde 31 olarak belirlendi. Hayatlarında böyle bir şiddetle karşı karşıya kalmadıklarını belirtenlerin oranı ise sadece yüzde yüzde 28 oldu.  İş hayatında en sık karşılaşılan şiddet türünün başında yüzde 78 oranla hakaret ve aşağılama geliyor. Ardından, yüzde 11 oranla sözlü veya fiziksel cinsel taciz ile karşılaşılan şiddet türü oluyor. Tehditle karşılaşma oranı ise yüzde 10 olarak belirlendi. Dayak ve yaralama ile karşılaşılan kadınların oranı da yüzde 1 olarak açıklandı.  Anketlerin diğer bir sonucuna göre, şiddete maruz kalan kadınların yüzde 39’u şiddete mesai arkadaşları tarafından maruz kaldı. Yüzde 35’i yöneticisi, yüzde 19 patronu, yüzde 7’lik bir kısmı ise müşteriler tarafında şiddet içeren hareketlerle karşılaştı.
Şiddet karşısında kadınlar ne yapıyor?Anketlere göre şiddet karşısında kalan kadınlardan yüzde 24’ü tepkilerini dava açarak gösteriyor. Ekonomik nedenlerden dolayı herhangi bir karşılık vermeyenlerin oranı yüzde 22 olarak belirlendi. Yönetici veya genel müdüre şikayet edenlerin oranı ise yüzde 17 civarında olurken, şiddete maruz kalanlardan istifa edenler yüzde 15 oranında oldu. Çalışmaya katılanların yüzde 4ü tepkisiz kalırken, yüzde 1’i psikolojik destek aldığını belirtti. Yüzde 18’lik bir kesim de bu seçeneklerin birkaçını aynı anda yaptıklarını ifade etti. İş hayatının herhangi bir döneminde şiddete maruz kalıp, durumu yönetici veya patronlarına bildirenlerden yüzde 30’u üstlerinden sadece moral aldığını fakat bir şey yapmadıklarını belirttiler. Yüzde 29’u patronların konuyu örtbas ettiğini ifade ederken, yüzde 28’i üstlerinin şiddet gösteren kişiyi işten çıkardığını belirtti. Çalışmaya katılanlardan yüzde 13’ü de patronlarının şiddet gösteren kişiyi uyardıklarını açıkladı. Yenibiris.com Genel Koordinatör Burçak Pak Yılmaz çalışmanın önemli sonuçlar ortaya koyduğunu belirterek, “Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren kadınların çalışma hayatına girişi hızlandı. Son yıllarda kadınların kurumlardaki sayılarının yanı sıra mevkilerinin de yükseldiğini görüyoruz. Ancak, bu gelişmelerin sürdürülebilmesi için iş ortamlarında kadınlara yönelik her türlü şiddetin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyor. Ancak bu şekilde kurumlar sağlıklı ve başarılı bir çalışma ortamına sahip olurlar. Her türlü şiddetin ortadan kaldırılması için kurumlarda yeni düzenlemelere gerek duyuluyor” dedi.
İş hayatınızın herhangi bir döneminde şiddete (hakaret, aşağılama, tehdit vs.) maruz kaldınız mı? Birden fazla                      %41
Bir kere                           %31
Hayır hiç kalmadım             %28

İş hayatınızın herhangi bir döneminde şiddete maruz kaldıysanız, ne türdendi? Hakaret, aşağılama                              % 78Sözlü veya fiziksel cinsel taciz               % 11  Tehdit                                              % 10  Dayak, yaralama                                 % 1   

Femen Başımızın Tacı

Dünya Kadınlar Günü'nde Sultan Ahmet Meydanı'nda, kadına şiddeti protesto eden Ukraynalı Femen Grubu gözaltına alınarak, sınır dışı edildi.

Yorum:
Bence sınır dışı edilen bu bayanlar, baş tacı edilmeliydi. Neden mi? Böyle bir protestoyu. Her yıl yüzlerce kadının öldürüldüğü, onbinlerce kadının yüzbinlerce kez dövüldüğü, Türkiye'de yapmaları bizim için bir lütuftur. Kendilerine 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde ülkemizi tercih ettikleri için teşekkür ediyorum.

Dün bu haberi televizyonda izlerken şok geçirdim. Görütüler esnasında protestocuların çıplaklığı beni en ufak bir şekilde enterese etmezken, bazı Türk Kadınları'nın çıplaklığı kınadığını gördüm. Yapılan röpörtajlarda ''Protestolarını anlıyorum ama çıplak olmaları gerekir miydi?'' yorumunu yapan bazı bayanlara resmen gıcık oldum. Bence bu yorumu yapanların beyinleri çıplak. Protestocular, vücütlarına darp izini andıran bir makyaj yapmışlardı. Siz Türkiye'de erkeğin şiddetine maruz kalarak vücüdundaki yara bere izlerini elbiseleriyle, fularları ile örten kaç kadın var biliyor musunuz? Bence protesto da tam yerindeydi, çıplaklık da. Bu Ukraynalı cesur bayanları ve Femen Grubunu tebrik ediyorum Bir erkek olarak eylemlerinizi destekliyorum.





iOS 5.1 YAYINLANDI

"Yeni iPad" ile tablet piyasasındaki yerini güçlendirmek için çok önemli bir hamle yapan Apple, "dünyanın en iyi mobil işletim sistemi" dediği iOS'in yeni sürümü 5.1'i yayınladı.

Başta Siri'ye Japonca desteği olmak üzere birçok iyileştirme ve hata düzeltmelerini içeren iOS 5.1'in öne çıkan özellikleri şöyle;

• Siri için Japonca dil desteği (hizmetin ilk kullanıma sunulması sırasında kullanılabilirlik sınırlı olabilir)
• Fotoğraflar artık Fotoğraf Yayını’ndan silinebilir
• Kamera kestirmesi artık iPhone 4S, iPhone 4, iPhone 3GS ve iPod touch (4. nesil) kilitli ekranlarında her zaman görünür
• Kameranın yüz algılaması artık algılanan yüzlerin tümünü vurgular
• iPad için yeniden tasarlanmış Kamera uygulaması
• iTunes Match aboneleri için Genius Karmaları ve Genius listeleri
• iPad’de TV şovlarının ve filmlerin sesi, daha yüksek ve daha net olacak şekilde en iyi duruma getirilmiştir
• iPad’de çalma/oynatma hızı ve 30 saniye geriye sarma için Podcast denetimleri
• Pil ömrünü etkileyen hatalar giderilmiştir
• Yapılan aramalarda sesin ara sıra kesilmesine neden olan bir sorun düzeltilmiştir

8 Mart 2012 Perşembe

Kadın

KADINLAR GİTTİĞİNDE...


       
KADINLAR gittiklerinde arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar. 
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur: 
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle
saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler... 
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştırtabaklar.
 
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların. 
Sık sık boynunu büker "sarıkız".
 
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamazkrom hac tasının.
 
Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.  
Bir kadın gittiğinde... 
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir
temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci... 
Bir anne gider... 
Bir dost... 
Bir arkadaş... 
Bir sevgili... 
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.  
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar,
dualar yetim kalır. 
Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz, annesi gitmiştir "geç kalma"nın. 
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler. 
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın
gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.
 

7 Mart 2012 Çarşamba

DÜNYANIN EN GÜZEL KADINLARI

8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bütün kadınların Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyorum.


Türk Kadınları'nın Dünya Kadınlar Gününü en çok hakeden insanlar olduğunu düşünüyorum. Onlar günümüzün ve geleceğin anneleri. Vatan uğruna hayırlı evlatlar yetiştiren, bu evlatları vatan uğruna gözünü kırpmadan feda eden. Vefakar, cefakar, acılarını içine gömen. Kurtuluş Savaşı'nın kahramanları. Bebesi karnında küfesi sırtında çay toplayan. Tarla süren. Erini, evlatlarını evinde rahat ettiren. Ekonominin lokomotifi. Dünyanın en güzel kadınları Türk kadınları. Hepinizin Dünya Kadınlar günü kutlu olsun. Sizler herşeyin en iyisine layıksınız...Cumhuriyetin ve kadın haklarının koruyucuları sizin fedakarlıklarınızın karşılığı bir gün olamaz.

Kıssa dan hisse

Önce kendine gel, sonra meyhaneye;
   Kalender ol da gir kalenderhaneye.
   Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:
   Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.

   Kalk sevinç dolduralım garip gönüle
   İçelim doğan güne karşı bülbülle
   Yırtalım biz de gömleği aşık gülle
   Verelim çiçekler gibi ömrü yele.
                                   Ö.HAYYAM

6 Mart 2012 Salı

Pazarıma Dokunma!

Yıllardır süregelen ve neredeyse geleneklerimiz arasına giren semt pazarları için yapılan yeni düzenlemeyle cadde ve sokaklara gelişigüzel kurulan pazarlar kalkıyor!
Yönetmelikle artık cadde ve sokaklara semt pazarı açılamayacak. Kayıt dışılığın da önüne geçilmesini hedefleyen yönetmeliğe göre, sokak aralarında seyyar sebze ve meyve satışı da yasak. Trafiği de olumsuz etkilediği gerekçesiyle Mart Ayı içerisinde devreye girecek uygulama,yaklaşık 330 bin pazarcıyı ve 3 bin 150 belediyeyi etkiliyor.



330 bin pazarcı ortalama 3 kişiyi geçindirdiğini düşünürsek 990 bin kişininin ekmeği demek. Pazarlar kaldırılırsa taze sebze meyveyi ucuza yemek, hatta görmek bile hayal olacak. Bunun yerine havalandırması yetersiz kalan hatta kokuya neden olan marketlerin sağlıksız koşullarında bulunan meyveler yüksek fiyattan satışa sunulacak.

Avrupa ve Amerika'da yaşanan, tane ile meyve sebze almak hayatımıza girecek. Kilo ile alım tarihe karışacak. Eğer pazarlar kaldırılırsa Türk Kültürü'nden bir yaprak daha koparılacak.
PAZARIMA DOKUNMA!

Fotoğraflar Uğur Yüksel'in arşivinden. Lütfen izinsiz kullanmayınız.
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nun yeni oyunu 'Beni Yeniden Sev', ilk kez 10 Mart  2012 Cumartesi akşamı seyirci karşısına çıkıyor.


Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'ndan Yeni Oyun:  “BENİ YENİDEN SEV”
Güldürü 2 Bölüm
Genç misiniz?
  Ortayaşlı mısınız?
İkinci baharınızda mısınız?
  Yeni mi aşık oldunuz?
  Nişanlı mısınız?
  Evli misiniz?
  Ayrılmak üzere misiniz?
  Ayrıldınız mı?
“BENİ YENİDEN SEV”i  görmeden karar vermeyin...
Yazan: Alphonso PASO
Çeviren ve Uyarlayan: Ali  POYRAZOĞLU
Yöneten: Özdemir ÇİFTÇİOĞLU
Yönetmen Yardımcısı: Suat ÜNALDI
Dekor Tasarım&Uygulama:  Çağdaş ERÇETİN – Sırrı TOPRAKTEPE
Kostüm : Ali KÖK
Oynayanlar:
Ali POYRAZOĞLU – Bülent KAYABAŞ – Neriman UĞUR
  Ümit KANTARCILAR – Nur GÜRKAN – Güneş EMİR – Hakan BULUT  – Nur ERASLAN
“Beni Yeniden Sev” 10 Mart 2012 Cumartesi akşamı, saat 20:30'da,  Şişli Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda ilk kez seyircisi ile buluşacak....

Tehlikeli Yabancılaşma

İlkokul yıllarından itibaren tarih dersi görüyoruz. Geleceğimizi hazırlayabilmek açısından tarihimizi bilmemiz çok önemli. Osmanlı Tarihi'ni hatırlayalım. Şaşalı yılların ardından, bir duraklama, hemen ardından da gerileme ve çöküş.

Hiç dikkate ettiniz mi bilmem. Osmanlı'nın parçalanışı öncesinde, Balkanlar'da bir milliyetçilik havası estirilip, Osmanlı Hanedanlığı'ndan ayrı milletler olduğu empoze ettirilmiş ve Balkanlar Osmanlı'dan isyanlarla koparılmıştır. Aynı şekilde Güney Sınırları'nda bir Arapçılık, Şeyhçilik Şıhçılık ve Osmanlı Toprakları'ndan ayrılış.

O güne kadar güle oynaya Osmanlı Yönetimi altında yaşayan çeşitli ırklar birdenbire millet olduklarını hatırlayıp isyan ediyorlar. Eğitim seviyesinin düşüklüğü ve dış güçlerin ekonomik üstünlüğü ile halk galeyana getirilip Osmanlı Parçalanıyor.

İçinde yaşadığımız çağın o günlerden farkına bakalım. Okuma yazma oranı yüksek, haberleşme olanakları gelişmiş, medya ve sosyal medya son derece etkili. Ekonomik olanaklar eskisi kadar kısıtlı değil!İnsanlar birden fazla doneye ihtiyaç anında erişip yorumlayabilme şansına sahip. Şu şartlarda ülkemizi bölebilecek tek bir silahları var. Yabancılaştırma.

Komşuluk ilişkilerimizi unuttuk, yanımızdakini tanımıyoruz. Bayramlar tatil fırsatı oldu, akrabalarımızı görmüyoruz. Kurtuluş savaşında omuz omuza mücadele eden dedelerimizin torunlarını, Kürt, Çerkez, Alevi, Sünni, Laz ve birçok kategoriye ayırıp içimize kabul etmiyoruz. Teknolojinin sunduğu olanakları ayrım aracı olarak kullanıyoruz; cep telefonu ve bilgisayar ekranlarından kafamızı kaldırmıyoruz. Otobüsteki teyzelere, amcalara, dedelere, hamilelere sırf yorgunluğumuzu bahane ederek yer vermiyoruz. Sanırım biz yabancılaşıyoruz.

Yabancılaşmayalım. Birbirimize sarılalım. Bölünmeyelim!

4 Mart 2012 Pazar

En Değerli Telekom Markaları Arasında 3 Türk



Brand Finance’in tüm dünyada yaptığı marka araştırması telekomünikasyon ve perakende sektörlerinin marka liderlerini belirledi. Türk Telekom, Avea ve Turkcell dünyanın en değerli 500 telekom markası  arasında kendilerine yer bulurken, araştırma Türkiye’nin en değerli  perakende markasının BİM olduğunu ortaya koydu.
Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance dünyanın en değerli telekom ve perakende markalarını açıkladı. Telekom sektörünün en değerli markası 30 milyar dolar marka değeri ile Vodafone oldu.

Gelişen pazarların markaları yükseliyor
Brand Finance’in yaptığı araştırma, telekomünikasyon sektöründe en çok gelişme kaydeden markaların BRIC ülkeleri olarak da bilinen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin markaları olduğunu ortaya koydu. En önemli gelişmeler BRIC(Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri markalarında görüldü. Brezilya’dan VIVO, Rusya’dan ROSTELECOM, Hindistan’dan AIRTEL yükselen marka değerleri ile dikkat çekerken 500 en değerli marka arasında Türkiye’den, Türk Telekom ve Avea ile birlikte Turkcell yer aldı. Türk Telekom Grubu’nun marka değeri 2 milyar dolar, Turkcell’inki ise 1,5 milyar dolar olarak ölçüldü. 

Cihazlarda Apple üstünlüğü
Mobil telekomünikasyon cihazı markalarının değerlendirildiği listede ise ilk sırayı Apple alırken, Steve    Jobs’ın yönetimi altında dünyanın en değerlileri arasına giren şirketi sırasıyla Samsung, Nokia, HTC ve Blackberry takip etti. Donanım kategorisinde ise en değerli markalar sırasıyla CISCO, Ericsson, Alcatel-Lucent, Qualcomm ve Nokia-Siemens oldu. 

Türkiye’nin en değerli perakende    markası BİM
Brand Finance’in yaptığı değerlendirmelere göre perakende sektöründe dünyanın en değerli markası  38,3 milyar dolar marka değeri ile Walmart olurken, listede ABD’li markaların üstünlüğü dikkat çekti. Amazon.com, Walgreens, Sam’s Club, ASDA gibi internet üzerinden satış yapan markaların sıralamadaki üstünlükleri, internetin perakende sektöründe ne kadar önemli bir paya sahip olduğunu göstermiş oldu. Türkiye’nin en değerli perakende markası ise 1,2 milyar dolarlık marka değeri ile BİM oldu.

2 Mart 2012 Cuma

Mintan...

İstatistikde mod en çok tekrar eden anlamına gelmektedir. ''Bir, iki, üç, dört, beş, üç, altı, üç'' serisinde mod ''üç'' tür.

''Moda'' da ''mod'' dan gelmektedir. En çok tekrar edilen, en çok beğenilen ve tercih edilen olarak bilinmektedir. Yani bazı insanların, ''Moda kendine yakışanı giymektir. İnsanın kendine yakıştırmasıdır. Önemli olan kendine yakışanı bulmaktır'' lakırdıları boş laftan öteye gidemez. Bu tip cümleler istatistikle değil, estetikle alakalı olabilir. Moda da bence bir bilimdir.

Günümüzde popüler kültür, herşeyi içinde eritip aşındırdığı gibi modayı da aşındırmıştır. Yıldırım Mayruk ve Yamağı Barbaros Şansal'ın ''Biz modacı değiliz, terziyiz'' demelerini uzun süre düşündüm. Kendimce noktalara ulaştım. Evet bu kişiler terziyiz diyerek hem mütevaziliklerini ortaya koyuyorlar hem de sanatçı kişiliklerini. Kendilerine saygım bir kat daha arttı. Onlar kişiye özel dikim yapıyorlar. Bu da yarattıkları ürünün tekrar etmeyeceği anlamına geliyor. Yani şaheserleri moda olamaz. Ucuz hiç olamaz.

Fikirlerime karşı çıkacak çok insan olacağını biliyorum. Bilimsel bir açıklama isterseniz. Fiyatı düşük olan bir ürüne talep daha fazla olacaktır. Talep eğrisinden hareket edebiliriz. Öte yandan insan değerinin maddi olamayacağı apaçık ortada.  Adem ve Havva, örtünme gereksinimlerini incir yaprağıyla, Neyzen Tevfik doğanın şartlarından korunmak için üç beş paçavrasıyla, sağlamamış mıdır?

Korunma ve örtünme gereksinimlerini ön plana çıkarmak yerine etrafa sattığımız bu cafa niye. Biri gelecek diye giyinmek gösterişte bulunmak. Dev şirketlerde, ancak geçinilecek kadar maaş verilen çalışanları takım giymeye zorlamak neden? Çalışanlarınıza yeterli ücreti ödeyemediğinizi, dağıttığınız mağaza çekleriyle,böyle mi saklayacaksınız?  Şirketinizin değerini bu şekilde mi arttıracaksınız? Bomboş beynimizin üzerinde durduğu vücüdumuza güzel elbiseler giyerek, eksikliklerimizi örtmeye mi çalışıyoruz...
                                                Feleğin kahpe başında
            paralansın parası
            Ben güzel sevmeğe geldim,
            değil ekmek yemeğe.   

                          N.Tevfik
İnsana verilen değer gösterişe verilen değerin üzerine çıksa zaten o insanlar da takım giyecek kadar erdemli.
Pahalı takımlarımızın içine değerli insanlar koymaya çalışmanın daha önemli olacağını düşünerek yazımı Mevlana'nın bir cümlesiyle bitirmek istedim: ''Nice insanlar gördüm üstünde mintan yok. Nice mintanlar gördüm içinde insan yok.''

1 Mart 2012 Perşembe

Nostalji: 2012 Motorsiklet Fuarı'nda Yeni Modeller

Fuar adı : Eurasia Moto Bike Expo












Konusu : Motosiklet, Bisiklet ve Aksesuarları Fuarı
Tarihi :
01 - 04 Mart 2012
Fuar alanı : İstanbul Fuar Merkezi / SALON 9 - 10 - 11

Dişlerinizi Üşütmeyin

Soğuk hava, yalnızca nezle, grip gibi kış hastalıklarına değil, dişeti problemi ya da sert fırçalama nedeniyle diş eti çekilmesi sorunu olan dişlerde önemli rahatsızlıklara da neden oluyor. Dişlerin soğuk havadan etkilenmesini önlemek için ise altı ayda bir mutlaka diş hekimi kontrolünden geçmek ve bu kontrollerde diş fırçalamaya ilişkin tüyoları öğrenmekte büyük fayda var.

Soğukların artmasıyla birlikte soğuğa dayalı diş ve dişeti rahatsızlıklarının da artabileceğini belirten Dentistanbul Dişhekimi Ayşegül Yıldırım Mirza konuyla ilgili şu bilgileri verdi:  “Dişlerin kök yüzeylerinde, dişin ağızda görünen kron kısmını kaplayan mine dokusu yoktur. Kök yüzeyi diş minesinden daha yumuşak bir doku olan sement ile kaplıdır. Özellikle sert diş fırçalama ve çok sert diş fırçası kullanımı ile oluşan dişeti çekilmesi sonucu açığa çıkan kökleri kaplayan sement dokusu kolayca aşınır ve altındaki dişin içindeki sinirlerle bağlantılı kanalcıklardan oluşan dentin dokusu açığa çıkar. Bu doku soğuğa karşı hassasiyeti hissetmenize neden olur. Bilhassa kış mevsiminde dişlerimizi çok soğuk suyla fırçalamamak gerekir. Aşırı soğuk ve sıcaklar diş hassasiyetini direk olarak etkileyen faktörler. Tabii en önemlisi de mevsim girişlerinde diş hekiminizi ziyaret edip rutin kontrolleri yaptırmak.”

28 Şubat 2012 Salı

21. Yüzyılın Efendileri


Liberalizm'i kabul etmiş ülkelerde, çoğu öğe, para (kapital) üzerine kurulmuştur. Bana göre liberalizm etikle birlikte yürütülmesi gereken bir hayat felsefesidir ama etik birçok insana ağır geldiği için bir kenara itilmiştir. Bu yoz fikre göre ağırlıklar atılırsa daha hızlı hareket edilir. Zaman daha iyi kullanılır ve kazançlar artar.

Ortaçağ'da derebeyleri, yani toprak ağaları, eşrafını köle gibi çalıştırmak için kahyalarını sözde itibar sahibi yaparlardı. Halkı daha fazla çalıştıran kahyaların itibarı artar, halk ezildikçe ezilirdi. Soylular haricinde kimse mal mülk sahibi olmadığı için, kahyaların gözü altınla, parayla, bir avuç toprak veya geçici iktidarlarla boyanırdı. Parsayı gene soylular toplardı.

Günümüzde özgürlükler artmış gibi görünse de insanlar, kendilerini özgür hissettikleri internet ortamı, cep telefonu, televizyon yayını vb... faturalarını ödemek için köle gibi çalışıyor. İşyerlerinde kahyalar yerine, altlarında şirket araçları, ellerinde şirket cep telefonları, ceplerinde kredi kartlarıyla dolaşan modern kahyalar mevcut. Ellerindeki imkanlar şirket tarafından alınınca, kanatları düşen, kuzguna yavrusu şahin gözüken, kendilerini büyük gören insanlar. Bu insanlar harcadıkça, şirketleri tarafından sunulan olanakları etrafa müsrifçe saçtıkça kazanırlar ya da kazandıklarını sanırlar.

21. Yüzyılın Efendileri, Lidya icadına tapan kahyalarının açgözlülüklerine göz yumarlar. Kahyalar, üç harcadıkça beş kazandıran, beş saçtıkça onbeş getiren birer para kaldıracıdır efendileri için. Kahyalar, Ortaçağ'daki gibi kırbaçlamaz işçileri ama bir bakışları yeter. İşsiz kalıp özgürlüklerinin faturasını ödeyemeyecek duruma gelmek istemeyen halk hep boyun eğer. Tablo budur. Kazanan bol harcayandır. Gözü doymayandır. Elindekini korumak isteyenler ezilir gider.

Bu çerçevenin içinde olup da dışını farkedebilen çok az insan vardır. Bunlardan biri ''Para para para'' diyerek sisteme yenik düşmüştür. Önemli olan para olmadan birşeyler ortaya koymaktır. Allahın insana verdiği lütufları değerlendirerek bir yere gelmektir. Toprakta yetiştirmekle, inançla yoğurup varları birleştirmekle. ''Köylü Milletin Efendisidir'' boşuna söylenmemiştir. Parayı pul yapıp, pulu değerlendirirsek Liberal olacağız. Pula para diyerek değil. Gerçek efendiler bu felsefeyi benimseyenlerdir. Onların ne çağı vardır ne yüzyılı. Onlar fikirleriyle sonsuza kadar efendi kalacaklardır.

27 Şubat 2012 Pazartesi

''İNCİ'' yi Kaybediyoruz

İnci derken, herhangi bir insandan bahsetmiyorum. İnci bir tarih. İnci bir kültür. İnci bir lezzet. Müthiş profiterolü ile bilinen İstiklal Caddesi'nin en ünlü pastahanesi İNCİ.

İstanbul'a gelindiğinde uğranmadan edilmez İnci'ye. Türkiye'de en iyi profiterolü yapan, tarih kokan, kültür kokan İnci Pastahane'si, bulunduğu binanın restorasyonu nedeniyle taşınmaya zorlanıyor. Artık asıl amaç nedir bilinmez. Restorasyon mu? Yeni bir bina mı? Hiçbiri tutmaz İnci'nin yerini. Eski İstanbul Hanımefendileri'nin Beyefendileri'nin uğrak yeri İstiklal Caddesi'nin ambiyansını kaybetmesini kimler istiyor? Önce Markiz kapandı, sonra açıldı ama hiçbirzaman eskinin yerini tutamadı. Maksi kapandı yerini alt kalite barlar aldı. Kemancı'ya sahip çıkılmadı, basitleşti, bayağılaştı. Şimdi sırada İnci mi var?

Bugünün İstanbul Hanımlarına Beylerine sesleniyorum: En azından İNCİ'ye sahip çıkalım.

Eski İstklal ve Taksim'den Manzaralar:


Komşuda Pişer Bize de Düşer

Blog'dan bir arkadaşımız, haftasonu gittiği İskeçe Festivali'nden dönerken, bizlere Kavala Kurabiyesi getirmiş. Bu güzel lezzeti sizlerle de paylaşmak istedim.

Komşu Ülke Yunanistan'da bulunan Kavala'ya has kurabiyeler, bizim un kurabiyesine çok benzer. İçlerinde badem parçaları var. Bademler de çakma badem değil hakiki. Tadları ise eskilerde ülkemizde yapılan un kurabiyesinin tadı ağızımızda kalırdı ya aynen öyleler. Eskiden diyorum çünkü ülkemize has çoğu ürünün tadı bozuldu. Ticari amaçlar daha fazla ön plana çıktığı için malzemeleri kalitesizleşti. Yunanistan'da üretilen bu kurabiyeler ise son derece kaliteli ve lezzetliydiler.

Son yıllarda, aynı kültürü paylaştığımız Yunanistan'la aramızda, senindi benimdi kavgası var. Zeytinyağlı dolma, imam bayıldıdan tutun da rakımızı bile paylaşamıyoruz. Peki aynı kültürden gelen lezzetleri tadarken düşündünüz mü? Bu lezzetleri tadını bozmadan nesilden nesile aktarabiliyor muyuz? Ya da gelecek nesillere tariflerini yapıp devamını sağlayabiliyor muyuz? Bence Türk Milleti olarak, yemek kültürümüzü komşumuz Yunanistan'dan daha iyi koruyamıyoruz. Mis gibi un kurabiyemizi gelecek nesillere taşıyamıyoruz. Yunan Halkı ise Kavala Kurabiyesi'ni nesilden nesile aktaracaklar bundan eminim.

Eline Sağlık Yorgo Usta, çok güzel olmuş...

Yediğimiz kurabiyelerin markası ''Ioakimidis Kourabiedes'' selam olsun komşu...

BAŞARMAK İÇİN İNANIN

Bir zamanlar, büyük bir dağda yuva yapan kartallardan birinin, kuluçkadaki dört yumurtasından bir tanesi, deprem sırasında dağdan aşağı düşmüş ve vadideki bir çiftliğe kadar yuvarlanmış. Burası bir tavuk çiftliğiymiş. Çiftlikteki tavuklar, farklı ve normalden büyük olan bu yumurtayı sahiplenmeye karar vermişler. Yaşlı bir tavuk, bu yumurtayı ve içinden çıkacak yavruyu koruması altına almış.
Sonunda küçük kartal yumurtadan çıkmış. Çevresindeki tavukları görmüş ve kendisini de onlardan biri zannetmiş. Bütün tavuklar da ona bir tavuk gibi davranmışlar.
Küçük kartal, ailesini çok seviyormuş. Bazen, "Ben kimim?" sorusunu dile getirmeye kalkıştığında, "Sen bir tavuksun. Bunu böyle bil," cevabını alıyormuş.
Bir gün çiftlikte oyun oynarken başını kaldırıp yukarı baktığında bir grup kartalın özgürce uçtuklarını görmüş. "Ne kadar güzel uçuyorlar. Ben de onlar gibi uçmayı çok isterdim," demiş. Tavuklar, onun bu sözlerine hep birlikte gülmüşler. "Sen bir tavuksun ve tavuklar uçamaz," demişler.
Küçük kartal, artık daha sık gökyüzüne bakar olmuş çünkü o da gökyüzünde süzülen kartallar gibi uçmak, özgür olmak istiyormuş. Ama ne zaman bu düşüncesinden arkadaşlarına ve ailesine bahsetse, hep "Sen bir tavuksun. Bırak bu hayalleri," cevabını alıyormuş.
Zamanla, küçük kartal da bu düşünceyi kabul etmiş. Hayal kurmaktan vazgeçmiş, hayatını bir tavuk olarak yaşamaya karar vermiş. Ve hayatının sonu geldiğinde de bir tavuk olarak ölmüş. Ne olduğunu düşünürsen, o olursun.
Eğer, hayatınızın herhangi bir döneminde, kartal olmanın hayalini kurarsanız, tavukların söylediklerini dinlemeyin ve hayallerinizi takip edin.

DALKAVUKLUK

Osmanlı sarayında “muhasip” sohbet eden, “nedim” birlikte yenilip içilen, yarenlik yapılan kişilerin yanında birde “dalkavuk” görevi yapan kişiler bulunmaktaydı. Ayrıca aynı dönemlerde zenginleri eğlendirmek, kaprislerini çekmek, onların eziyet verici şakalarına katlanarak dalkavukluk yapmak bir meslek olarak sürdürülüyordu. Sarayda dalkavuğun görevi hükümdarın hoşuna giden şaklabanlıklar ve taklitler yaparak onu eğlendirmekti.
Dalkavukluk gerek sarayda gerekse zengin konaklarında bir meslek olarak sürdürülmüş ancak günümüzde bir hayat tarzı olarak toplum hayatında, yükselme ve itibar görme  aracı olarak bürokraside yerini almıştır. Geçmişte dalkavukluk, toplumsal hayatı veya devlet idaresini etkilemeyen, lokalize olmuş bir meslek alanı ve mizah konusu iken;  günümüzde, hayatımızı ve devlet idaresini istila eden kaygı verici bir durum olarak yaşanmaktadır.
Yazı konusu  “Kurumsal Dalkavukluk”  kavramıyla, bürokraside dalkavukluğun yükselme aracı ve muteber bir davranış tarzı olarak benimsenmesi kastedilmektedir. Dalkavukluk;  gerek günlük hayatta gerekse bürokratik alanda yalakalık, yağcılık, yağdanlık, kemik yalayıcılık, çanak yalayıcılık gibi değişik kavramlarla da ifade edilir.
 Dalkavukluğun Nedenleri:
Dalkavukluk, günlük dilde aşağılayıcı bir kavram olarak kullanılmasına rağmen hayatımızda neden etkili bir davranış tarzı olmaktadır?
 1- Çıkar Duygusu: Dalkavukluk; makam, servet, güç, şöhret sahiplerine karşı yapılan karşılığında çıkar elde edilen bir davranış şeklidir. Kişilerin ancak uzun bir çaba, yetenek ve eğitimle elde edebilecekleri çıkarı bir anda elde etmesi dalkavuklukla mümkün olmaktadır. Dalkavukluk; onur kaygısı yaşamayan, yeteneğine güvenmeyen, çalışmayı sevmeyenler için cazip bir yol olarak görünmektedir. Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan fazla ise orda dalkavukluk yaygın bir davranış haline gelir. Montesquieu’ da  “Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar.”  demiştir.
2- Birey Olamamak: Kişi iradesini özgürce kullanamıyorsa, özgür bir irade oluşturacak eğitim ve kültürden yoksun yetişmişse potansiyel dalkavuktur. Rahatlıkla iradesini bir güce, bir çıkara yaslar. Sürü toplumlarında dalkavukluk yaygın bir davranış şeklidir. Bizde de “sürüden ayrılanı kurt yer” “Önde gitme asılırsın, arkada kalma basılırsın” gibi sözlerle sürüye uyma telkin edilir. Özgür irade kullanımı tehlikeli bir davranış olarak gösterilir. Özgür irade kullanımı aynı zamanda sorumluluk almaktır. Dalkavuk özgür irade kullanmaz. Başka iradenin oyuncağı olarak davranır. Böylelikle hem sorumluluk almamış hem de çıkar sağlamış olur.
3- Erdemli Olmamak: Kişinin insan onuruna yakışır bir ruh asaletine sahip olması, yaygın tabirle “nokta kadar menfaati için virgül gibi eğilmemesidir”. Erdemli olma hali; doğruluğu, dürüstlüğü, onuru çıkar duygusunun üstünde tutma halidir. Erdem bizden bedel ister. Erdem karşılığında bazı çıkarlarımız yok olur. Eğer bedelini ödemeyi göze alamıyorsak erdemli olamayız. Shakspeare  “İktidar dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman, şeref daima ayaklar altında ezilmiştir” der. Gündüzleri Atina sokaklarında elinde fenerle dolaşarak, dürüst adam aradığı söylenen Diyojen’e bir yakını “Eğer krala biraz yakınlık gösterseydin, bu kuru yerlerde yatıp kuru ekmek yemek zorunda kalmazdın” der. Diyojen ise ona “Sen de kuru ekmek yiyip kuru yerlerde yatmayı göze alsaydın alçak adamlara yalakalık yapmak zorunda kalmazdın”  diye cevap verir.
4- Hukuk Düzeninin Olmaması: Toplum düzenine adaletin egemen olmaması dalkavukluğun yaygınlaşmasında önemli rol oynamaktadır. Adalet; haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek, eşit durumda olanlara eşit davranmak, farklı durumlarda hakkaniyeti gözetmektir. Hukuk düzeninin işlediği bir yönetim biçiminde dalkavukluk yaparak bir makama gelmek mümkün değildir. Hukuk düzeninde bir makama gelmek ancak o makamı hak etmekle mümkün olabilir. Hak etmeden bir makama gelenler karşılığında onurlarını verirler. Dalkavukluk yaparak geldiği makamda eksilen onurlarını, başkalarının da kendisine dalkavukluk yapmasını zorlayarak telafi etme yoluna girerler. Böylelikle yönetimde yukardan aşağı doğru bir dalkavuklaşma yayılır. Neyzen Tevfik bir şiirinde “Asrın bir umdesi var, hak kapanındır./Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır./Geçmez ele bir paye, kavuk sallamayınca,/Kürsi-i liyakat p……k, p…t olanındır!” diyerek devrindeki durumu hicvetmiştir.
5- Kültürel Olarak Dalkavukluğun Benimsenmesi: Bizde dalkavukluğun tarihsel geçmişi vardır. Osmanlı sarayında dalkavukların bulunduğunu ve padişahı eğlendirdiğini biliyoruz. Toplumlar bazı davranış modellerini geçmişten tevarüs yoluyla edinirler. Eğer bir davranış toplumca kınanmıyor bilakis itibar görüyorsa o toplumda o davranış yaygınlaşır. Örneğin bir toplum, temiz ellerden ziyade dolu ellere itibar ediyorsa o toplumda çıkarcılık ve hırsızlık yaygın hale gelir. Dalkavukluğun geçmişte bir meslek, bir geçim kaynağı olması günümüze kadar devam eden bir süreçtir. Ancak dalkavukluk günümüzde şekil değiştirmiş meslek olarak değil, karakter olarak yaşanmaktadır.
 Dalkavukluğun Yönetimde Yan Etkileri
Dalkavukluğun bir mizah malzemesi olarak sohbetlerde yer alması hoştur. Ancak ülke yönetiminde dalkavukluğun yer alması o ülkenin batmasına yol açacak bir süreçtir. Çünkü dalkavukluk;  ehliyetli, liyakatli, yetenekli, başarılı, çalışkan insanların yükselmesini önler. Bu durum bürokraside “negatif seleksiyon” dediğimiz kötülerin yükselmesi, iyilerin ise bertaraf olması sonucunu doğurur.
 1- Dalkavuk biri başa geçtiğinde etrafını dalkavuklarla doldurur. Bir makam sahibinin çevresine seçtiği insanlara bakarak, nasıl biri olduğunu anlayabiliriz. Herkesin birbirine dalkavukluk yaptığı bir düzende işler doğru dürüst yapılmaz. Hoşa giden ve boşa giden işler yapılır.
2- Dalkavuk kendine güvenmez. Çünkü hak ederek o makamda oturmamaktadır. Kendine güvenmediği için kimseye de güvenmez. Dalkavuk makam sahibi, bilgisiyle, yeteneğiyle hâkim olamadığı çevresini ajan kullanarak, açık arayarak, fitne çıkararak kontrol etmeye çalışır. Bu durum yönetimde jurnalciliğe, güvensizliğe, kaygıya korkuya ve dolayısıyla verimsizliğe yol açar.
3- Dalkavukluğun egemen olduğu yönetim bir maskeli balo gibidir. Gerçek kişilikler ortada görünmez. Aşağıdan yukarı, yukardan aşağı, sağdan sola, soldan sağa dalkavukluklar yapılır. Aşağıdan yukarı dalkavukluk yükselmek ve işleri yapmamak içindir. Yukardan aşağı dalkavukluk ise,  işi onun üzerine yıkmak içindir. Onun için eskiler “iltifatı ümeraya güven olmaz” (amirlerin iltifatına güven olmaz.) demişlerdir. Sağdan sola, soldan sağa, yatay dalkavukluklar da yine işleri birbirinin üzerine yıkmak içindir. Dalkavuk düzeninde sorumluluklar sürekli başkasına yıkılmaya çalışılır. Sorunlar hep çözümsüz kalır.
4- Yönetimde fikir üretimi olmaz. Aşağıdan yukarı doğru sürekli şu sözler olur. “isabet buyurdunuz efendim” “siz zaten söylemiştiniz efendim” “siz bu konunun üstadısınız efendim” “siz en iyisini bilirsiniz efendim” “en büyük sizsiniz efendim”  vb. sözler. Böylelikle “ne fikirlerin çarpışmasından” ne de “fikirlerin birleşmesinden”  yeni fikir doğar. Başta oturanlar sözlerinin sadece yankılarını duyarak mutlu olurlar. Ancak yönetim kendini yenileyemediğinden çökmeye başlar.
5- Yönetim dalkavuklarla, asalaklardan oluşan dev bir sisteme dönüşür. Yönetimde rol alanlar yediği lokmanın hakkını o topluma ödemekle sorumlu kişilerdir. Eğer kişiler yediği lokmanın hakkını topluma ödeyemiyorsa o toplumun asalağı olur. Asalaklar çoğaldıkça bünye iflas eder. Yani hem toplum hem de yönetim batar.
6- Dalkavukluğun fazla olduğu yönetimde ihanetler de çok olur. En büyük ihanetler dalkavuklar tarafından yapılır. Çünkü dalkavukluk doğrudan kişiye yapılan bir şey değildir. Kişideki makama, servete, güce yapılır. O makam, servet, güç kaybedildiğinde o kişiye dalkavukluk anında kesildiği gibi yeni efendilere yaranmak için eski efendilere ihanet kaçınılmaz olur.
7- Yönetimde dalkavukluğun egemen olması denetimi ortadan kaldırır. Dalkavuk bir yandan iş yapmamaya diğer taraftan açıklarını dalkavukluk yaparak gidermeye çalışır. Eğer makam sahipleri dalkavukluktan hoşlanıyorsa -ki bu durumda kendisi de dalkavuktur.-  “en büyük sensin” sözlerine muhatap olur. Hukuku çalıştırmaz. Kendisine izafe edilen ilahi bir güçle dalkavuğu hoş görür. Suçlunun cezasını çekmediği yerde suçlular kahraman olur. Düzen de yerle bir olur.
Yönetimde dalkavukluğun daha birçok yan etkileri vardır. Konunun yeterince anlaşıldığı varsayımıyla daha fazla söze gerek görmüyorum.
 Dalkavukluğu Önlemek İçin Neler Yapmalı?
1- Eğitim sistemimiz kişilikli, erdemli, sorumluluk sahibi ve özgür düşünen insanlar yetiştirmelidir.
2- Yetenek ve çalışma ile kazanma arasında orantı doğru kurulmalıdır. Makamlar, servetler hak edilerek elde edilmelidir. M. K. Atatürk’ün  “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getiren milletler; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istikballerini kaybederler” sözü unutulmamalıdır.
3- Hukuk düzeni korunmalıdır. Padişahlık dönemi gibi lütuf ve gazap kültürü değil hukuk kültürü egemen olmalıdır. Yöneticiler, iktidarın lütfüyle abad, gazabıyla berbat olmamalıdır. İşler ahbap çavuş ilişkisiyle değil hukuk düzeniyle yapılmalıdır.
4- Toplumda dalkavukluğun itibar görmeyeceği bir anlayış gelişmelidir. Dalkavukluk ilgi ve itibar görmediği yerden göç edecektir.
5- Dalkavukluğun bir yandan bireysel çıkarlar sağlarken diğer yandan bir yönetimin hatta bir toplumun mahvına yol açacağı bilinci yerleştirilmelidir. Dalkavukluk toplamda zararlı bir davranış olduğu bilinmelidir.
            Dalkavukluk çağın hastalığı kanserden daha tehlikelidir. “Temiz toplum ve güçlü yönetim için dalkavukluğa SON…